Her şey bedenimin soğuğa ve soğuk suya duyduğu tarifsiz istekle başladı. Eylül ayının sonlarına doğru, henüz hava çok soğuk değilken, geçen yazdan beri kurduğum hayali gerçekleştirmek üzere yıllık izin almıştım. Bütün yaz gidebileceğim yerleri araştırmış, sonunda ismini çok sevdiğim Uçarsu nehrinin kıyısına kamp kurmaya karar vermiştim.
Ne büyük bir heyecandı! Sürekli kendini yenileyen suya, etrafı kuşatan ağaç yaprakları arasından süzülen güneş vuracaktı ve ben her gün çırıl çıplak soğuk suda olmanın nasıl bir his olduğunu tadacaktım. Akşam üstleri çadırımın yanındaki şiir ağacıma yeni meyveler - yeni şiirler- asacaktım. Böylece doğduğumdan beri sürekli büyük güçlerin olduğunu düşündüğüm dünyayı kendime ait ve kendimi de ona ait hissedecektim.
*
Geçen hafta gittiğim doktor –bu 4. oluyor- bana yardım etmek istediğini söyledi. İlk gittiğim doktor bir daha bana randevu vermek istemediğini söylemişti. 2. gittiğim doktor bir profesördü. Onun parlak kariyerini zedelemek için rakipleri tarafından düzenlenen bir komplonun parçası olduğumu öne sürerek beni yaka paça dışarıya attı. Son doktor ise açıkça bana yardımcı olamayacağını ifade etti. Ama hastalığımın araştırılması için beni şimdiki doktoruma yönlendireceğini, onun metafizik ve alternatif tıp ile ilgilendiğini söyledi. Oysa ne hastaydım ne de metafizik uğraşlar gerektirecek bir durumum vardı. Sadece midemdeki şeyden ona zarar vermeden ayrılmak istiyordum. Bu tatilin bana bıraktığı tuhaf hediyeden “Arya”dan…
Midemdeki ses durmuyordu;
- Uçarsu’dan iç Vasalisa!
- Su iç,
- Su iiiiiç,
- İç su,
- Canım sıkılıyor, burası çok küçük,
- Beni kus artık Vasalisa…
Arya ile müthiş tatilim sırasında tanıştım. Uçarsu’da yüzdükten sonra şiir ağacıma asmak için yazdığım şiiri okuyordum yüksek sesle;
Beni bulamadıkları korkunç kara
Parçalı keskin kor
Buraya gel
Tutup kollarından sıkıca
Duvara çarpacağım seni
Gör diye şiddetini gör
Yalnızca şunu dedin
Aşkla asla
Vakti değil
Dağın içindeki ben
Toprağın içindeki ben
Ölü ben
Parçalı ben
Her biri ayrı ayrı ve hepsi aynı anda
Seslendi sana
Kalbin doğu
Güneşin benim olsun
Vaktidir elbet
Tam o anda az önce çıktığım Uçarsu’dan bir ses yükseldi. Arya’nın sesiydi bu;
- Vaktidir elbet. Ne güzel şiir. Tekrar okusana!
Önce duymazlıktan geldim. Burada uzun süre yalnız kalmak belki de bana iyi gelmemişti. Ama Arya beni varlığına ikna etmekte kararlıydı. Arya’nın böyle bir özelliği vardır. Bir kere sizi bir şeye inandırmak istemeye görsün ona inanmamak mümkün değildir. Uçarsu’ya yöneldim, birazdan hava kararacaktı. Ne varsa ya da ne yoksa onu hemen bulmalıydım. Uçarsu’ya yaklaşırken orada bir şey olmadığını ispatlamak istiyordum kendime. Çocukken de böyle yapardım. Uykudan uyanıp ışığı yakınca beni izlediğini düşündüğüm canavarın aslında babamın astığı ceket olduğunu görüp oh be derdim. Canavar beni izlemiyor, gitmiş. Tekrar bunu demek için Uçarsu’yun kenarına gittim, oh be! diyecektim Uçarsu tertemiz, zaten ne olabilir ki. Günlerdir buradayım, küçük böcekler dışında hiç bir şey beni rahatsız etmedi. Duyduğum ses sadece rüzgar, tıpkı suyun görüntümü yansıtması gibi hava da sesimi yansıtmış. Evet, evet.. Böyle olmuş, oh be! diyecektim.
Dizlerimin üstünde, her an kaçmaya hazır eğilerek suya baktım. Suda yansıyan yüzümü gördüm. Sonra sol gözümün yansıdığı mavi leke birden yukarı doğru sıçradı. Minik mavi bir balıktı bu; Arya’ydı. İnanılmazdı ama konuşuyordu.
Korktum, ama konuşan şeyin korkunç bir su canavarı yerine bir balık olması beni rahatlatmıştı. Minik mavi bir balık bana ne yapabilirdi ( Arya’yı o zamanlar tanımıyordum). Yine de şaşkındım.
-Sssse… sen konuşuyorsun nasıl ? dedim.
- Zıplayarak ve kahkahalar atarak sen de konuşuyorsun ama balıklar konuşamaz değil mi ? Günlerdir seni izliyorum açıkçası ben ne kadar güzel konuşuyorsam sen de o kadar güzel yüzüyorsun. Bu su senin için çok soğuk değil mi ?
-Yooo hiç değil. Hatta yeterince soğuk değil. Soğuğa, duruluğa özlem duyuyorum. Adın ne senin ?
-Arya. Ya senin?
- Vasalisa.
- Uçarsu'ya hoşgeldin Vasalisa. Seni bekliyordum. Burası ikimizin.
Böylece Arya ile tanıştık. Ona aynı şiiri defalarca okudum. Başlangıçta korktuğum ve o gece halüsinasyon olup olmadığına bir türlü karar veremediğim Arya’nın varlığından mutlu bile olmuştum. Hem yalnızdım hem değildim. Başka ne isterdim.
Bu arada tatilimin son günleri dolayısıyla Arya’dan ve Uçarsu’dan ayrılma vakti gelmişti. Şiir ağacıma bir veda şiiri yazdım . Arya’ya okudum. Fakat Arya’dan ayrılmak elbette bu kadar kolay olmayacaktı. Çünkü Uçarsu artık benim evrenimdi. Arya ile birbirimizin Tanrısı olmuştuk ve şiir bizim duamızdı.
Arya benim önceki hayatımda bir tatlı su balığı, onun ise bir insan olduğunu söyledi. Tıpkı benim suya özlem duyduğum gibi o da karaya özlem duyuyordu. Bir kez olsun karaya çıkabilmek için ölümü bile göze aldığını ama sıçrayamadığını söylüyordu. Canım Arya! Konuşarak kendini öyle güzel ifade ediyordu ki ne zaman konuşmaya başlasa peki diyordum. Senin için ne yapabilirim sevgili Arya? diyordum. Ben suya girince ölmüyorum ama o karaya çıkarsa ölecekti. Gerçekten dünya hiç adil değildi. Bir keresinde Uçarsu’dan aldığım bir avuç su ile onu karaya çıkarmayı bile denemiştim.
Arya bu duruma bir çözüm bulmuştu. Eğer onu yutarsam ve Uçarsu’dan içersem birlikte karaya çıkabilecektik. Ben ve Arya bir bedeni paylaşacaktık. Ve Uçarsu’da yaşayacaktık. Arya’nın söylediğine göre bu böyle sonsuza dek sürecekti. O güne değin rearkarnasyona inanmıyordum. Ama Arya’nın söylediklerine inanmamam mümkün değildi. Ölümsüz olmak değil ama Uçarsu’da yaşamak içten içe arzu duyduğum bir şeydi. Kabul ettim ve Arya'yı yuttum.
**
Doktorum Ruselman iyi bir hekim olmanın yanı sıra spirtizm ve neo-spiritüalizm ile hayli ilgili biriydi. Ama büyük bir heyecanla başladığı tedavide çıkmaza girdik. Çünkü bir yandan Uçarsu kuruyordu. Yaşam kaynağımızın tükenmek üzere olduğunu Arya'ya hissettirmeden Ruselman ve ben çözüm arıyorduk. Diğer yandan Arya midemde büyüyordu. Onun büyümesi bana tarifsiz acılar yaşatıyordu. İlk zamanlar Uçarsu’dan içiyor az da olsa yemek yiyebiliyordum. Uykum ara sıra kabuslarla bölünse de uyuyabiliyordum. Son zamanlarda ise ne yemek yiyebiliyor, ne de uyuyabiliyordum. Arya düşündüğüm her şeyi duyuyordu. Bende onu duyumsuyordum. Ruselman böyle giderse öleceğimi ve Arya’nın da öleceğini söyleyerek seçim yapmamı istiyordu. Artık biriniz öleceksiniz ya da ikiniz birden diyordu. Ölmek ya da yaşamak benim için çok önemli değildi. Ama ölürsem Arya’nın ölü bedenim içinde nasıl bir korkuya kapılacağını düşünmek beni kaygılandırıyordu. Daha sonra Arya da ölecekti hem de bu korkuyla…
Bunları düşündükçe Arya beni duyuyordu.
- Yeter artık, Kendimi boğarak öldüreceğim
- Uçarsu’dan iç Vasalisa!
- Su iç,
- Su iiiiiç,
- İç su,
- Canım sıkılıyor, burası çok küçük,
- Sıkılıyorum
- Uçarsuya gidelim …
***
Ameliyattan önce Ruselman Korkuyor musun ? dedi
Deli gibi korkuyordum. Arya duymasın diye hayır dedim. Hiç korkmuyorum. Hem korkacak bir şey yok karnımı yaracaksın midemi ve Arya’yı çıkaracaksın sonra eğer ölmezsem bana yapay mide takacaksın değil mi? Arya mı ben mi öleceğim bunu bilmiyordum. Ruselman ne yapacağını söylemiyordu. Ben de sormuyordum. Ölürsem bir balık olarak yeniden dünyaya gelecektim ve Arya’yı bulacaktım. Söz vermiştim.
Ruselman Ortaçağ’dan kalma ameliyat malzemelerini getirdi. Önce karnıma bir iğne yaptı. Şimdi sana lokal anestezi yapacağız sevgili Vasalisa dedi.
Karnımı kesti. Yeşil ameliyat örtüsü kandan kıpkırmızı olmuştu. Görmek istemiyorum. Gözlerimi kapamak istiyorum. Duymak istemiyorum. Arya bağırıyor. Çığlıklara dayanamıyorum. Ölmek üzere bir uykuya dalıyorum.
Arya’nın sesiyle uyanıyorum.
Uçarsu’ya gidelim Vasalisa...
Uyanıyorum,
Karnım paramparça,
Arya Ruselman’ın deney tüpü içinde paramparça.
Herşey fazlasıyla paramparça, ben paramparçayım.
Ama Arya’nın sesi hala kulağımda Uçarsuy…
Gidemeyiz Arya,
Uçarsu kurudu.